Bu yazı, son zamanlarda sıkça değinilen “Depremle birarada yaşamaya
alışma” olayına, değişik (ve biraz da fantezik) bir yanıttır:
— Siz hiç endişe etmeyiniz kardeş! Biz onunla da kardeşleriyle de zaten
her an birarada kardeş kardeş yaşayagelmekteyiz...
Gerçekte, yukardaki üç sözcüğü yanyana görmenin bile insanı yadırgatmaya
yettiği doğru. Hele ki kardeş olduklarını düşünmek!..
Belki daha genel olarak, “Deprem - Ses - Renk” demek de olasıydı, fakat
herhalde şaşkınlığımızı pek azaltmazdı.
Kan Bağı Nereden
Geliyor?
Bilindiği gibi, doğadaki pek çok olay, periyodik bir hareket sonucunda
ortaya çıkar. Ama bu hareketlerin kimi makro düzeydeymiş kimi mikro;
ne önemi var? Söz konusu olan, eninde sonunda bir nicelik farkıdır.
Son aylarda ölçek deyince aklımıza Richter’ten başka bir şey gelmez
oldu; oysa, malum, başka ölçekler de vardır. Bir tanesini burada hatırlatalım:
Bir nesnenin saniyedeki titreşim sayısına onun frekansı denir ve birimi
Hertz(Hz)’tir. Duruma göre, bilgisayarlar sayesinde epeyce aşina olmaya
başladığımız, kilo (bin) ve mega (milyon) vb. ön ekleri yardıma çağrılarak
kHz ve MHz şeklinde de kullanılır.
Şimdi Şekil 1’e ister Dünya ekvatoru üzerindeki bir noktanın hareketinin,
isterseniz de bir atomun protonu çevresinde dönen elektronun hareketinin
grafiği olarak bakınız, sonuç aynıdır. Birinci hareketin frekansı (~0.0001
Hz) ötekinin (1 milyon MHz) yaklaşık 1 milyon katrilyon (1’in
yanında 18 tane sıfır) katıdır, matematiksel biricik fark budur!
Şekil 1
Bu iki uç arasında (elektronun hareketine yakın frekanstakiler lehine
olmak üzere) başka örnekler de verilebilir.
Önce hızlılardan
başlayalım:
İnsan, bir kaynaktan çıkan ve frekansları 400 trilyon
ile 800 trilyon Hz (8’in yanında 14 tane sıfır) arasında olan elektromanyetik
ışımaları çeşitli renkler olarak görür.
Şimdi de ağırca
olanlar:
Aynı insan, bir kaynaktan çıkan ve hava – su benzeri
bir ortamda yayılarak kulağa kadar ulaşan madde titreşimlerinin, frekansı
yaklaşık 20 ile 20 bin (2’nin yanında 4 tane sıfır) arasında olanlarını
ses olarak işitir.
Peki bir kısmını işitir bir kısmını görür de, her şey
bunlardan ibaret midir?
Aşağıdaki şekilde, madde titreşimleri bölgesinin tamamı ve bunlardan
ses olarak algılananlar ile, elektromanyetik ışıma bölgesinin tamamı
ve bunun görünür ışığa karşı gelen altkümesi logaritmik (yine
o logaritma!) ölçekle gösterilmiştir.
Bu şekli vermekteki amacımız, kulağın,
aynı ligde olsalar göze 15 basacağını kanıtlamak değildir. Vurgulanmak
istenen, düşey çizgilerle gösterilmiş bölgelerin yalnızca küçük birer
kısmının dolu gerisinin boş olduğudur.
Bu Boşluklar da
Neyin Nesidir?
Görünür ışığın hemen üstünde morötesi ışınlar bölgesi gelir (ki ışığa
benzerliği nedeniyle ‘kara ışık’ diye de anılır, ki bu sayede yazın
bronzlaşırız, ki dünya atmosferi bu ‘ışık’ın zararlı dalgaboylarındaki
kısmını soğurmaya çalışır da biz insanlar onda delik açmaya, açılan
deliği büyütmeye çalışır dururuz). Onun da üstünde x (Röntgen) ve y-
ışınları vardır. Altında ise, allahtan yine pek yabancısı olmadığımız
kızılaltı ışınlar yer alır da, ağızdaki alıcıların bunlara duyarlılığı,
derinin morötesi ışınlara duyarlılığına eklenerek bir şike durumu oluşur
ve göz, kulağa karşı zar zor bir şeref golü atabilir.
(Göz-Görme, Kulak-İşitme ikililerine bir de Burun-Koklama ikilisini
eklemeye ve bunu da kızılötesi ışınlar bölgesiyle ilişkilendirmeye kalkarsam
bana çok kızar mısınız?.. Ama ne yaparsınız ki ben yılanların yalancısıyım:
Bu soğuk yaratıkların gözleriyle burunları arasındaki çukurcuk tam da
bu ışınları algılar ve avları hele de sıcakkanlı olmayagörsün, onlara
zifiri karanlıkta bile kurtuluş yoktur!)
Elektromanyetik
ışımanın en alttaki bölgesi ise radyo dalgalarına aittir.
Radyo deyince akla yalnızca Radyo Cumhuriyet veya 94.9 MHz gelmesin;
onların hemen yakınındaki frekanslardan bir sürü kuazar yayın yapar
durur. Anlayana!
Şekil 2’de 107.4’ün, 0957+561A-B kuazarının, yılanların görüp/koklayıp
bizim sezemediğimiz bölgenin, ‘sarı’ renginin ve röntgen çektirdiğimizde
bedenimizden geçen dalgaların yeri işaretlenmiştir.
Şekil 2
Alçaklardaki
Durum
Ses olarak işitilebilir maddesel titreşimlerin üstünde sesötesi titreşimler
mevzilenir. Yarasaların bunlar sayesinde görebildiğine (yoksa işitebildiğine
miydi?) inanmayanlar gidip bir ultrason cihazının altına girebilir ve
dölüt durumlarına baktırabilirler (veya, utanıyorlarsa, dinletebilirler).
Hemen altındaki bölgeye ise, yavaş hızlarda dönen motorlar örnek olarak
gösterilebilir (“Çağdaş” motosikletler vb. ne yazık ki daha hızlı motorlara
sahiptir!).
Onun da altındaki bölgeye deniz dalgaları örnektir.
Ve geliyoruz en heyecanla beklenen titreşimlere...
Evet, Şekil 3’te de gösterildiği gibi, maddesel titreşimlerin belki
de en yavaşı depremdir!
Verilmiş sadakamız varmış... Ya bir de daha hızlı olsaydı?
Şekil 3
Cinsiyet
Buraya kadar depremin yalnızca maddesel titreşim yanı üzerinde durduk.
O gözle bakınca bu hantal yaratık müziğin öz, resmin üvey kardeşi gibi
görünüyor.
Fakat bir de açığa çıkardığı o müthiş enerjinin öteki sonuçlarına, örneğin
17 Ağustos 1999 Marmara depreminde birçok kişice görülen ve kamerayla
da saptanan ışık hâlesine vb. bakılırsa, pek de öyle denilemeyeceği
anlaşılıyor.
Yoksa cinsiyet
ayrımcılığı mı yapsak:
Bir sopranonun tepesini
attırırsanız sesiyle bir cam kadehi paramparça edebilir ya, o açıdan
(yoksa, kalleş oluşu açısından değil!) depremle müziğe dişi; resme erkek
desek? Hem, erkektir, daha kıpır kıpır olması hakkıdır; öyle değil mi?
Öyle ya da böyle! Van Gogh’un
resim sergisini geziyoruz, radyoda Itrî’nin Neva Kâr’ı, tavanda yarasalar
uçuşuyor, yerlerde yılanlar... Buraya kadar her şey normal de; sergiden
tam çıkacağız, üçüncü kardeş kaplumbağa gibi ucu ucuna yetişiyor ve
galeri yerle bir [yani elektrikler kesiliyor, ‘Kânatın bütün renklerine,
seslerine ve titreşimlerine (yani nerdeyse aynı şeye, her şeye) açık’
radyo susuyor, yerine kıvılcımlar – yangın, patırtı – çatırtı]; bunda
garipseyecek ne var?
M. Kemal Karaosmanoğlu
Cumhuriyet
gazetesi Bilim Teknik dergisi
|