Mehmet Polat'ın Türk Müziği Zirvesi (veya
Türk Musikisi Ortak Yön Arayışı/TM-OYA) ile Türk Musikisi tartışma gruplarına
gönderdiği mesajda ortaya attığı ve yazımızın başlığında özetlediğimiz
bu sorun gerçekten genel olarak tüm musiki camiasını, özel olarak da
TM-OYA konferans konularını yakından ilgilendirmektedir. Recep Uslu'nun
adlarını verdiği müzisyenlerin yanısıra, TM-OYA katılımcılarından
Ruhi Ayangil ve Orhan Gencebay, konferanslarda konunun aciliyetini önemle
vurgulamışlardır.
Önce konuyu biraz daha netleştirmekte yarar
var:
Sorun, en basit anlatımıyla, sol anahtarlı
ve beş çizgili portenin (alttan) ikinci aralığındaki notanın bir Batılı
ve Türk müzisyen tarafından seslendirilmesi istendiğinde işitilecek
sesin ne olduğudur... Batılı müzisyen bu notayı ‘Lâ’ ya da ‘A’ diye
adlandırır ve seslendirdiğinde 440 Hertz (Hz) frekanslı bir ses işitilir.
Şu andaki uygulamaya göre bizim müzisyenimiz ise portedeki o notanın
‘Dügâh’ perdesi olduğunu söyler, -ek bir talimat verilmemişse- bunu
‘yerinden’ (Bolâhenk akordunda) çalar ve ürettiği sesin frekansı 330
Hz, yani Batılınınkine göre bir tam Dörtlü (4/3 oranında) pesttir!..
Tersinden gidelim: Bizim müzisyenimize, Batılının çıkardığı sesin ne
olduğu sorulursa, ‘Nevâ’ cevabını verecektir. Batılı ise, meslekdaşının
‘Mi’ sesini çıkardığını söyleyecektir[1]!
Geleneksel terimlerle ifade etmek gerekirse,
bizde eserler Mansur Neyi düzenine göre notaya alınmakta, buna karşılık
bu enstrüman dışındaki sazlarımız (ya da insan sesleri) tarafından bir
tam Dörtlü pest icra edilmektedir, ki bu durumda çıkan sesler Bolâhenk
Neyden çıkacak seslerdir.
İşin kötüsü, sorun, işitilen seslerden ibaret
değildir. Ek olarak, bizde solfej yaparken vb. ‘Nevâ’ perdesine ‘Re’,
‘Dügâh’ perdesine ‘Lâ’ da denilmektedir. O zaman tam bir ‘sağ gösterip
sol vurma’ durumu ortaya çıkmakta, aynı adla anılan ve portede aynı
yerde gösterilen bir nota, diklik bakımından yarım oktava yakın farklı
iki şekilde seslendirilmiş olmaktadır.
Bu uygulama, II. Murat döneminde Sarayda
görevlendirilen Donizetti Paşa'dan (1788-1856), yani 150 yılı aşkın
bir süreden beri böyledir. Türk musikisi eserleri, o tarihten beri Batının
'Lâ' ya da 'A' adını verdiği 440 frekanslı nota bizim ‘Nevâ’ perdemize
karşı gelecek şekilde notaya alınmakta ve icra edilmektedir. Ekrem Karadeniz,
hocası Abdülkadir Töre ile birlikte yazdığı ‘Türk Musikisinin Nazariye
ve Esasları’ adlı kitapta bunun gerekçesini şöyle açıklamaktadır:
"... bizim Rast perdesinin tam karşılığı,
Batının Do sesidir. Rast perdesine karşılık Do 3 sesi alınmış olsaydı
beş çizgili portenin alt tarafında fazla yardımcı çizgi kullanılmak
gerekecekti. Bunun yerine Rast perdesine karşı Do 4 sesi alınmış olsaydı
bu sefer de beş çizgili portenin üst tarafında fazla yardımcı çizgiler
kullanmak zorunda kalacaktık. Her iki şeklin de nota okumakta güçlük
doğuracağı açıktır." (sayfa 8)
Bu yazıda sözü geçen öteki transpozisyonlarla
aynı hizaya getirmek amacıyla, diyapazon, ya da Lâ = 440 kabulüne göre
yazarsak, Karadeniz’in, ‘Lâ = Hüseynîaşîrân’ ve ‘Lâ = Hüseynî’ eşleşmelerinden
sözettiği görülür. Açıkladığı gerekçe son derece makuldür ve aşağıda
verdiğimiz linklerdeki örneklerde bu durum açıkça görülmektedir. Öte
yandan, bu tercih birtakım sakıncalar da yaratmıştır. Bunlardan ilki,
dünya ile aynı porte ve anahtarı kullanarak uluslararası standarda uyma
isteği ile çelişen durumdur: Özellikle yerli ve yabancı müzisyenlerin
birlikte seslendirdikleri eserlerde karışıklıklar ortaya çıkmakta, sorun
ancak bizim transpozisyon konusunda idmanlı müzisyenlerimiz sayesinde
aşılabilmektedir.
Gerçekte daha gerilere gidip, musikimizi
Batı porte ve anahtarıyla notaya alan ilk müzisyenlerin eserlerine bakınca
değişik uygulamalarla karşılaşıyoruz. Ali Ufkî (1610 - 1675), Mecmuâ-i
Sâz ü Söz adlı eserinde, klasik ve halk musikisi eserlerimizi notaya
alırken Batı notalarını genellikle Do anahtarı kullanarak (sağdan sola)
doğru yazmış ve Batının ‘Lâ’ sesine, yukarda belirtildiği gibi
bizim ‘Hüseynîaşîrân’ perdesini tekabül ettirmiştir. Bundan yaklaşık
elli yıl sonra Kitabu İlmi'l Musiki adlı eseri kaleme alan Kantemiroğlu
(1673 - 1723) ise, kendi icat ettiği sistemle notaya aldığı klasik eserlerimizde
Batının ‘Lâ’ sesine karşılık bizim ‘Yegâh’ perdemizi kullanmıştır. Buna
aşağıda daha ayrınıtılı olarak değineceğiz.
Bir yanda sayıları günden güne artan basılı
onbinlerce kitap ve nota; öte yanda görünüm olarak dünya ile aynı porte
ve anahtar, fakat farklı sesler ve adlandırma... Konu gerçekten bir
çözüme kavuşturulmaya muhtaçtır. Ya bütün notalar baştan yazılıp yayınlanacak,
ya da Sol anahtarı yerine bir başka anahtar kullanılarak ara bir çözüm
bulunacaktır. Neye mal olursa olsun, yanlış olduğu kanıtlanmışsa bir
sistemi sürdürmenin hiçbir gerekçesi olamaz.
Öte yandan, özellikle bilgisayarla nota
yazımının giderek yaygınlaştığı dikkate alınırsa sorunun aşılmasının
sanıldığı kadar zor ve böyle bir değişikliğe girişmenin çok göz korkutucu
olmadığı da görülebilir. Örneğin, Kantemiroğlu'nun kitabını Türkçeye
çeviren ve transkripsiyonunu yapan Yalçın Tura, aslı Leningrad (St.
Petersburg) Bilimler Akademisinde bulunan belgeyi gerekçe göstererek,
kitaptaki notaları Lâ = Yegâh akorduna
göre yayınlamıştır (Yapı Kredi Yayınları). Bizce bu girişim öncü bir
ilk adım olarak kabul edilip benimsenebilir. Çünkü, çok sayıda makamdan
klasik eserler içeren bu kitaptaki notalar incelenince, Ekrem Karadeniz’in
yukarda ifade ettiği sakıncayla karşılaşılmamakta, özellikle portenin
üst tarafına ek çizgiler koyma ihtiyacı çok azalmaktadır.
Bu pahalı kitaba herkesin sahip olmadığını
düşünerek,
www.musiki.org/akort.htm
adresine, Ahmet Avni Konuk’un 119 makamlı
dev eseri Fihrist-i Makamat’tan alınmış bir ‘küpe’ örneği koyduk. Alışılageldiği
gibi Lâ = Nevâ kabulüne göre notaya alınmış ve hem tiz hem pest bölgedeki
sesleri kullanan Hicazkâr makamındaki bu örneğin bilgisayara kaydedilmiş
halinden basit bir transpozisyon yaparak, birkaç dakika içinde üç farklı
şeklini daha elde ettik. Bunlar pestten tize doğru şu dört farklı şekilde
notaya alınmıştır:
-
Rast perdesine karşılık Do 3 sesinin
alındığı (tüm perdelerin beş ses pestleştirildiği, bir başka ifadeyle
Lâ = Hüseynîaşîrân kabullü)
şekil,
-
Yalçın Tura’nın uyguladığı
Lâ = Yegâh akorduna uygun, yani
tüm perdelerin dört ses pestleştirildiği şekil,
-
Halen kullanagelmekte olduğumuz Re =
Nevâ (Lâ = Dügâh) şekli,
-
Rast perdesine karşılık Do 4 sesinin
alındığı (tüm perdelerin dört ses tizleştirildiği, bir başka ifadeyle
Lâ = Hüseynî kabullü) şekil.
Notalar incelenince görüleceği gibi, 1.
ve özellikle 4. notalarda Ekrem Karadeniz’in dile getirdiği sakıncalar
açıkça kendini göstermektedir. Hicazkâr örnektekinin tersine, pest bölgedeki
perdeleri de kullanan Acemaşîrân gibi makamlarda 1. yöntemin kullanılması,
portenin altına daha çok sayıda ek çizgiler konulmasını gerektirecektir.
3. nota, şu anda uygulanan sisteme örnektir ve dünya standartlarına
uymadığı için eleştirilmektedir. Yalçın Tura’nın öncülüğünü yaptığı
2. örnekteki tercih ise hem biçimsel sorunlardan uzaktır, hem geleneğe
uygun olduğu anlaşılmaktadır, hem de görülenle çalınanın aynı olması
avantajını taşımaktadır.
Musiki çevrelerinin bir an önce bu konuyu
bir karara bağlaması, hem bir süre sonra çöpe atılması muhtemel bir
sistemle yazılmış nota yığınlarının daha da artmasının önüne geçecek,
hem görünüm olarak dünya ile aynı porte ve anahtarı kullanıp buna karşılık
farklı sesler üretmek gibi bir garabet sona erecektir.
M. Kemal Karaosmanoğlu
Bu paragraftaki hata nedeniyle uyarıp
düzeltmemi sağlayan sayın Reşat Önal'a teşekkürler.
|