Usullerin Bölünmesi
Anasayfa Yukarı

Gelenekten Geleceğe
Batıda Arayışlar
Yalçın Tura
Deprem - Müzik - Resim
Müziğimize Dair
TM'de Bölgesel Iskalalar
İcraAnalizi
Mini Anket
Ra-Dü-Se Solfeji
Murat Birsel
Sesler ve Renkten Renge Girenler
Ölçüm, Analiz, Test
İcra - Teori Birliği
Akort - Göçürüm
Türk Müziği ve Internet
Ses Sistemleri
Usullerin Bölünmesi

Usullerin Bölünmesi: Yanlış Bir Yaklaşım

M. Kemal Karaosmanoğlu

Musiki Mecmuası

Bugün Türk musikisi konservatuvar ve derneklerinde ders kitabı ya da yardımcı kitap olarak okutulmakta ya da yararlanılmakta olan birçok yayında Nîmsofyan[1] ve Semâî usullerine basit, Sofyan ve onu izleyen daha büyük zamanlı usullere ise bileşik usuller denilerek bu "Bileşik" usuller "Basit" usullerin bileşimi gibi tanımlanmaktadır. Dolayısıyle eğitimler esnasında da tekrarlanan ve bizce yanlışlığı apaçık olan bu yaklaşıma değinmek istiyoruz.

Bu yaklaşımı en belirgin biçimde benimsemiş olanlardan İsmail Hakkı Özkan[i] Nîmsofyan usulünü birçokları gibi

şeklinde tanımlamakta (Özkan, sayfa 568), beş sayfa sonra Sofyan usulü için "İki Nîmsofyanın birleşmesinden meydana gelmiştir" demektedir. Fakat, Sofyan usulü için çizdiği şema şöyledir:

("Düm" vuruşundan sonraki düşey çizgi, ‘bölünme noktası’nı göstermektedir.)

Bu iki yazılanın birbiriyle çeliştiği apaçıktır:

     1. Eğer Sofyan usulü iki Nîmsofyanın birleşmesinden meydana gelmişse

 şeklinde tanımlanması, yazılması ve vurulması gerekir.

     2. Yok eğer Şekil 2’deki Sofyan tanımı doğruysa, o zaman Nîmsofyan usulünün Şekil 1’deki gibi tanımlanması yanlıştır. Bu takdirde Nîmsofyan usulünün iki farklı şekli olması gerekir: Birincisi, yalnızca 1 tane yarım notadan ibaret şekli:

     İkincisi ise, 1 orta 1 zayıf şiddette iki vuruştan ibaret şekil:

     Hiç kuşkusuz, bu iki maddedeki kabullerin hiçbiri doğru değildir:

     1. Şekil 3’teki gibi bir usulün var olabileceğini iddia etmek saçmalıkların en büyüğü olur. Çünkü tümüyle aynı vuruşlar, aynı ölçü içinde iki kez tekrarlanmaktadır. Hiçbir musiki eseri tek ölçüden ibaret olamayacağına, dolayısıyle usul vuruşlarının her ölçü içinde tekrarlanması zaten gerektiğine göre, böylesi bir vuruşlar dizisini birleştirip buna  ayrı bir ad vermek anlamsızdır.

     2. Şekil 4’teki vuruşa ise, tek bir vuruştan ibaret olduğu için, usul demek mümkün değildir. Nîmsofyanı en andıran Şekil 5’teki tanım da Nîmsofyan usulünü göstermez. Çünkü vuruşların adları farklıdır, aynı anlamda olmak üzere, kuvvetli zaman yerine ise orta şiddette bir vuruş gelmiştir.

     Son iki paragraftaki açıklamalardan tek sonuç çıkar: Sofyan usulünün iki tane Nîmsofyandan oluştuğuna ilişkin iddia yanlıştır!

Peki, Neden?

     Peki, yanlış olduğu bu denli açık olan ve bir çocuğun bile gözünden kaçması olanaksız bu tanım neden yıllardır bu biçimde anlatılagelmiştir?

     Bizce bunun biri "Basit" biri "Bileşik" iki nedeni var:

1.       Sözü geçen cümleyle anlatılmak istenen, ‘4 zamanlı bir usul olan Sofyanın 2 tane 2 zamanlı usulün birleşmesinden meydana gelmiş bir usul gibi  düşünülebileceği’dir. Bu düşüncenin yanlış, en azından gereksiz olduğuna aşağıda değineceğiz. Fakat, doğru bile olsa, bunu anlatmak için öylesine dolambaçlı bir yol seçilmiştir ki, insan ona takılmadan edemiyor: Türkçede bir şeyin basitliğini ve kesinliğini ifade etmek için bir deyiş haline gelmiş "İki iki daha dört eder" ya da "İki kere iki dört eder" cümlelerinden biriyle ifade edilebilecek bir görüş, yani söylenmesine gerek bile olmayacak kadar açık bir gerçek, bu sözde açıklama sayesinde anlaşılmaz bir hale sokulmuştur. Nitekim, Şeref Çakar[ii] birtakım usulleri anlatırken aynı terminolojiyi (daha temkinli olarak) kullanmakta, örneğin Sofyan usulü için yalnızca "2+2 olarak 2 tane 2 birim zamanlı usule ayrılabilir" demektedir (Çakar, sayfa 43). Daha temkinli davrandığı yerler de vardır: Aksak usulünü anlatırken önce tıpkı Özkan gibi (Özkan, sayfa 596; Çakar, sayfa 109) "Bir Sofyan ile bir Türkaksağından meydana gelmiştir" demekte, ancak hemen aynı tanımın devamında "(Bununla) birlikte bir bütün olarak düşünülmeli ve vurulmalıdır" diye eklemektedir. Özkan ise böyle bir açıklamaya gerek duymamaktadır. Onun izlediği mantık sürdürülürse, Sofyanın bölünüşü malum(!) (İki Nîmsofyan), Türkaksağının bölünüşü ise "Bir Nîmsofyan ve bir Semâî" (Özkan, sayfa 575) olduğuna göre, Aksak usulü şu hale gelmektedir: İki Nîmsofyan, bir Sofyan ve bir Semâî! Varılan bu sonuçta her şey  aksamaktadır. Tek bir istisna vardır: Bu bahsedilen, Aksak usulü değildir!

Bazı tanımlara daha dikkatli bakıldığında, ya da sözü geçen kitaplardaki görüşleri benimsemiş zamane hocalara soru olarak yöneltildiğinde şu cevap alınmaktadır: Bu tanımlardaki Nîmsofyan, Semâî vb ile kastedilen, o usullerin zaman sayıları anlamındadır.

Bu sözü a) Türkçeye, b) Matematikçeye çevirelim:

     a) "O tanımlarda Nîmsofyan gördüğünüz yere ‘2’, Semâî gördüğünüz yere ‘3’ koyunuz."

b) "Nîmsofyan = 2, Semâî = 3’tür."

     Özellikle matematikçesi dikkate alındığında sormazlar mı: 2 ve 3 gibi, bir çocuğun, hatta -bırakınız Türkçe bilmeyi- bir Tanzanyalının bile anlayabileceği kadar evrensel iki sembol ile ifade edilebilecek bir tanım, neden Arapça ya da Farsça kökenli birtakım kelimelerle açıklansın? Kaldı ki, bir usulün kaç zamanlı olduğu, o usulü belirleyen özelliklerden sadece biri değil midir? Örneğin, her 9 zamanlı usul Aksak mıdır? Böyle söylenirse Mürekkepsemâîye, Aydına, Raksaksağına, Çiftesofyana, Oynaka, Evferlere haksızlık edilmiş olmaz mı?

‘Bileşik’ Neden

2.        "Bileşik" neden daha derinlere, gerilere gitmektedir. Bileşiktir, çünkü kollektif bir sorumluluğu yansıtmaktadır, hoca - talebe silsilesiyle bugünlere kadar gelmiştir ve kimse hocasının söylediklerini kendi düşünce süzgecinden geçirmediği, değişik görüşleri kulak arkası ettiği, hocasının dediğini aynen aldığı için bu tür soruları soramamıştır. Şimdi ise birçok hoca artık yoktur ve hayatta iken kendileriyle tartışılsa belki doğruyu daha o tarihte yakalamak mümkün olabilecekken bugün hâlâ Türk musikisinin henüz abecesini tartışmak zorunda kalmak durumuna düşülmüştür.

     Olay muhtemelen şundan ibarettir: Nasıl makamlar tanımlanırken birtakım tonal müzik kavramları dışarlarda bir yerlerden alınıp modal kavramları açıklamakta kullanılmışsa, usuller konusunda da, Batı müziğindeki ‘ikiz’ ve ‘üçüz’ terimleri de aynı şekilde alınmış, fakat biraz yerli -  biraz Doğu koksun diye bunlara Nîmsofyan ve Semâî adı verilmiştir. Oysaki bu ikiz / üçüzler bir anlamda Batının Düm - Tek’leridir; bizde bunların âlâsı vardır; bizim bunlara ihtiyacımız yoktur ki!

     Öte yandan, bileşiklik giderek katmerleneceğe benzemektedir. Örneğin birtakım bileşik usullerin içinde yer alan "Te - Ke, Te - Kâ" benzeri vuruş dizileri Nîmsofyanda da Semâîde de vb. bulunmadığı, bunların ise mutlaka birtakım küçük usullerin içinde bulunması "Allahın emri" olduğu için, yeni yeni keşifler yapılmaktadır. Örneğin (birtakım büyük usullerin içinde bulunduğunu söyleyebilmek için ön hazırlık olarak) Türkaksağı usulünün malum (2 + 2 + 1)’lik biçimi ve Hacı Ârif Beyin kullandığı (2 + 3)’lük biçimine ek olarak ‘3., 4. ve 5. şekli’ adı altında üç yeni bölünme daha tanımlanmakta ve şöyle denmektedir:

     "... bu usulün ... muhtelif şekilleri mevcut ise de bunlar bir eser içinde ve daha bileşik usuller içersinde geçen 5 adet birim zamanlı usulün muhtelif şekilleridir. Başlıbaşına böyle bir Türkaksağı kullanılmaz." (Çakar, sayfa 53. İfade bozukluklarına dokunulmamıştır.)

     İşte size yüzyıllardır sorulan "Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan" sorusunun cevabı! Tavuğun birini yumurtlatıyorsunuz, sonra o yumurtayı ışığınkini aşan bir  hızla hareket ettirip uzay-zamanın öyle bir zaman koordinatına getiriyorsunuz ki o anda jet yumurtamızın annesi henüz dünyaya gelmemiştir. Sonra bu taze yumurtayı kuluçkaya yatırıp civciv çıkarıyorsunuz, büyütüyorsunuz; ne sihirdir ne keramet, buyrun deminden beri bahsettiğimiz tavuk!.. Demek ki neymiş? İşimize geldiğinde tavuk yumurtadan, işimize geldiğinde ise aynı yumurta aynı tavuktan çıkarmış!

     Başlıbaşına böylesi bir bölünmeyle bestelenmiş bir eser yok, eski kitaplarda böyle bir bölünmeden bahis yok; ama Türkaksağının böyle şekilleri var… Pes!

    Eğer eserlerin içindeki tüm bölümlenmeler irdelenecekse, tek özel durum Türkaksağındakiler (daha doğrusu, 5 zamanlı ölçülerdeki değişik bölünmeler) değildir ki! Oraya gelene kadar, yapacak daha çok iş vardır. Örneğin, baştan sona 9/8’lik (2 + 2 + 3 + 2) bölünmesiyle bestelenmiş birçok eser[3] olduğu halde bu usule ayrı bir ad bile verilmemiş, duruma göre bu eserlerin usulü olarak Evfer, Aksak ya da 9/4’lük biçimi Ağıraksak vb. diye yazılmıştır.

     Yok eğer matematiksel bir inceleme yapılmak isteniyorsa orada durum daha da vahimdir. Çünkü, 5 zamanlı bir ölçünün (kuvvetli/zayıf zamanlar dikkate alınmadığında bile) ne yazık ki 5 değil, tam 15 farklı bölünmesi vardır:

(4+1), (3+2), (3+1+1), (2+3), (2+2+1), (2+1+2), (2+1+1+1), (1+4), (1+3+1), (1+2+2), (1+2+1+1), (1+1+3), (1+1+2+1), (1+1+1+2) ve (1+1+1+1+1).

Üstelik, çeşitli eserler içinde yalnızca, sözkonusu kitaplarda sayılan ve yukarda koyu yazılmış bölünmelere değil, onun dışındaki 11 türün yüzlercesine rastlanacağına da kuşku yoktur.

     Vereceğimiz birkaç sayı, sanırız bu yaklaşımın ne denli dipsiz bir kuyu olduğunu göstermeye yeter: 4 zamanlı bir ölçü bile 7 farklı biçimde bölünebilir. 9 zamanlı bir ölçüde bu bölünmeler 255’e fırlamaktadır. ‘Küçük usullerin sınırı’ diye defalarca tekrarlanan 15 zamanlı bir usul için ise bu sayı tamı tamına 32 767’dir[4].

     Daha fazla konuşmaya gerek yoktur, ama konuya bu kadar girmişken insan şunu söylemeden de edemiyor: Madem tüm usulleri ‘Basit’ Nîmsofyan ve Semâî cinsinden ifade etmek istiyordunuz, oldu olacak bu işi, Semâîyi (1 + 1 + 1)’e ek olarak, (1 + 2) ve (2 + 1) şeklinde bölerek yapsaydınız ya... Ne güzel, ‘Bileşik’ Türkaksağından yararlanmaya gerek kalmazdı!

Parçalamak Neden Yanlış

Sofyan ve daha büyük zamanlı usulleri, Nîmsofyan - Semâî ve kendinden küçük zamanlı öteki usullerin bileşimi gibi ele almanın yanlışlığı, bizce  Darbeyn, Zencîr ve Çâr usulleri düşünülünce açıkça ortaya çıkar:

      Bilindiği gibi bu gruptan usuller ötekilerden farklı olarak bizzat tanımları gereği bazı usullerin iki, dört ya da karışık biçimde ard arda vurulmasıyla oluşurlar.

      Yazının girişinde yalnızca bir - iki örneğini verdiğimiz, fakat sözü geçen kitaplarda onlarcası ileri sürülen yapay parçalamalarla, bu gruptan usuller arasındaki fark açıktır. Birinde "Her doğal sayı 1 ve / veya 2 (dolayısıyle 3) sayılarının toplamı biçiminde ifade edilebilir" şeklindeki basit matematik teorem büyük bir buluşmuş gibi birtakım usullere uygulanarak, yalnızca sayısal (zaman adedi) olarak doğru, fakat bölünme şekli, vuruşların adları, yani kuvvetli - zayıf oluşları açısından ise büyük çoğunlukla yanlış birtakım zoraki bölümlemeler sözkonusudur. Bazı büyük usullerimizin kimi -uzunca- kısımlarında (hem zaman, hem bölünme ve hem de vuruş adı, yani kuvvetlilik - zayıflık olarak), kendinden küçük bir veya birkaç usule rastlamak gerçekten mümkündür. Örneğin Darbıfetih usulü için birkaç farklı araştırmacı aynı yargıya varmışlardır[iii] (Tura, sayfa 98). Varılan sonuç, bu usulün bir usul zinciri olma olasılığının yüksekliğidir. Buna benzer birkaç özel durumu (eğer bölünme, vuruş şiddeti vb. farklar varsa bunları vurgulayarak) yazmak, öğretim açısından yarar getirir. Fakat, henüz Sofyanı, Türkaksağını ... anlatırken, üstelik yalan yanlış bazı benzerlikler saptamak, bir su molekülünde hidrojen ya da oksijen atomuna rastlamak gibidir. Yani kimliğini yitirmiş, bulunduğu ortama asimile olmuş, gizlenmiş vb. bir halde... Bunları aramak, bulmak, ifade etmek teori açısından da, eğitim açısından hiçbir yarar getirmez; "... hepsi başlıbaşına birer özellik taşıyan usullerimizi bu açıdan görmeğe imkân yoktur. Esasen her usul yukarıda izah ettiğimiz beş çeşit darptan meydana geldiğine göre, büyük usulleri basit şekillere sokmağa çalışmak çok karışık ve külfetli bir işe boş yere girişmekten başka bir şey değildir"[iv] (Töre - Karadeniz, sayfa 44).

Türk musikisinde bileşik usul aranacaksa bunun adresi tektir ve bellidir: Darbeyn - Zencîr ve Çâr usulleri! Hem teori hem öğrenim açısından neyin doğru olduğuna ilişkin ipucu ise yukardaki son alıntıda verilmiştir. İşin özü burada yatmaktadır.

     Töre - Karadeniz’de, yukarda sözü geçen beş çeşit darp özetle şöyle tanımlanmıştır (sayfa 32 - 33):

1.    Düm: Sağ elle vurulur. 1, 2, 3, 4 ve 5 zamanlı olur. Genellikle kuvvetlidir.

2.    Tek: Sol elle vurulur. 1, 2, 3, 4 ve 5 zamanlı olur. Çoğunlukla kuvvetlidir.

3.    Tekâ: ‘Te’ kısmı sol, ‘Kâ’ kısmı sağ elle vurulur. 2, 3, 4 ve 5 zamanlı olur. Hemen her zaman orta kuvvetlidir. Çift zamanlı ise yarısı sağ yarısı sol elle, 3 zamanlı ise 1 + 2, 5 zamanlı ise 2 + 3 nadiren de 3 + 2  şeklinde bölünür.

4.    Teke: Yarısı sağ, yarısı sol elle vurulur. Daima 2 zamanlıdır. En hafif darptır.

5.    Tâhek: ‘Ta’ kısmında iki el birden yukarıya kaldırılır, ‘Hek’ kısmında iki el birden dizler üzerine vurulur. 2 ve 4 zamanlı olur. Hafif darplardır.

Yüzeysel bakılınca, öteki kaynaklarda da aynı şeylerin anlatıldığı sanılabilir. Ancak, şeytan zaten hep ayrıntıda gizlidir:

     ‘Düm’, ‘Tek’ ve ‘Tâhek’ler için sözü geçen kaynaklarda da gerçekten aynı tanımlar yapılmaktadır. Fakat hem Özkan (sayfa 562) hem Çakar’da (sayfa 20 - 21) ek olarak bir de ‘Tek-Kâ’ darbından söz edilmektedir (Böyle olmakla birlikte, Özkan’ın anlattığı hiçbir usulün normal vuruluşunda bu darba rastlamak mümkün değildir). Yine her iki yazar ‘Teke’ darbını ‘Te’ ve ‘Ke’ diye iki farklı darp olarak ayırmaktadırlar. Özkan’da yoktur ama Çakar ‘Tekâ’ darbını da ‘Te’ ve ‘Kâ’ diye ikiye ayırmaktadır (Özkan bu darbı dikkatsizlikten dolayı kitabına koymamış olsa gerektir. Çünkü birçok usulü anlatırken bu darbın sözünü etmektedir)... Önemsiz bir ayrıntı gibi görünen bu farklar hiç de öyle sonuç vermemekte, daha Bismillah Nîmsofyan usulünün tanımında kendini göstermektedir:

 (Yazarlar Tekâ darbını iki parçalı tek bir darp gibi tanımladıkları halde, buradaki, gibi şekil ile gösterirken ayrı olarak  yazdıkları da olmuştur. Fakat örneğin Frenkçin, Fer, Devrikebîr... usullerini anlatırken tek bir nota ile gösterebilmişlerdir.)

     Yukarda özetlenen beş çeşit darp ışığında, Nîmsofyan, öteki kaynaklardaki gibi Düm - Tek şeklinde tanımlansa iki tane kuvvetli darp yanyana gelmiş olacağından, bu ise bir saatin tiktakları gibi bir düzüm duygusu vermeyeceğinden yanlış olacaktı[v]...

     Bu noktada bir hususa daha dikkat çekmek yerinde olur. Şekil 6’daki şema, hemen hemen Sofyan usulünün 2/4’lük mertebesi gibi düşünülebilir.  "Nîm" kelimesinin "Yarım" anlamına geldiğinden hareketle olsa gerek, Nîmsofyan usulünü Sofyan usulünün yarısı gibi yorumlayıp darpları tam ortadan ikiye bölmek yerine böyle bir bölümleme daha makul gözükmektedir. Yani dört tane elmayı ikiye bölmek gerektiğinde elmaları 2 + 2 şeklinde ayırmak yerine her bir elmayı ortasından ikiye bölüp birinci yarıları ilk grup, ikinci yarıları ikinci grup olarak ayırmak daha adil bir bölünme ortaya çıkarır.

 İşte ayrıntının önemi: Bir yanda önce  “Türk musikisindeki usullerde şu şu darplar kullanılır” deyip sonra listede bulunmayan bir darbın adını usulleri anlatırken geçirmek, ya da tersine, adı geçen bir darbı hiçbir usulün tanımında kullanmamak... Buna karşılık, birtakım büyük usullerin içinde mercekle daha küçük usulleri aramak. Öte yanda ise darpların özenli bir tasnifi ve buna uygun usul tanımları... Böyle olunca, örneğin Aksaksemâî usulü için “İki Türkaksağından yapılmıştır” (Özkan, sayfa 612) gibi yanlış ve saçma bir ‘açıklama’ya hiç gerek kalmaz. Şöyle yazarsınız olur biter:

    (Töre - Karadeniz, sayfa 39) Çünkü ‘Düm’ ne demek, ‘Tek’ ne demek, ‘Tekâ’ ne demek, ‘Teke’ ne demek, ‘Tâhek’ ne demek,  topu topu beş çeşit darbı net biçimde tanımlamışsınızdır. Üstelik, yukarda yazdığı gibi, bu darplar 5 zamanlıya kadar değerler alabildikleri için, büyük usullerin bile bu sözlerle ifadesi çok uzun olmaz.

     Özetle, Türk musikisi nazariyatı açısından üzerinde çalışılması gereken konular yalnızca ses sistemi, makam tanımları değildir. "Usullerimizi meydana getiren unsurları sistematik bir tasnife tutarak, ... incelemekte yarar görüyoruz." (Tura, sayfa 102).

[1] Bu yazıda, iki ya da daha çok kelimeden oluşan usul adları, ayrı bir kimlik kazanmış oldukları için, birleşik olarak yazılmıştır ve tıpkı makam adları için gördüğü genel kabul gibi, bizce doğrusu da budur.

[2] Sözünü ettiğimiz kitaplarda, usul şemaları çizilirken, sağ elle vurulması gereken ve üst çizgiye yazılan notaların kuyruğu yukarıya; sol elle vurulması gereken ve alt çizgiye yazılan notaların kuyruğu ise aşağıya doğru çizilmektedir. Bizce bu da, hem çok yer kapladığı hem de porteye çizilen normal notaların kuyruk yönü belirlenirken uyulan kurala ters olduğu için yanlıştır. Hatta, Batı müziği notalarında vurmalı çalgılar için kullanılan gösterim daha da kullanışlıdır:

[3] Örneğin Muhayyer Şarkı, İltimas Etmeye Yâre Varınız, Hacı Arif Bey; Tahir Manisa Türküsü, Bugün Ayın Ondördü vb.

[4] Genel olarak, n zaman, m bölünme sayısını göstermek üzere

m = 2 n-1 – 1’dir.

[5] Töre – Karadeniz, sayfa 36. Nîmsofyana Yürüksofyan ve Teksofyan da denildiği belirtilmektedir.
[i] Türk Musikisi Nazariyatı ve Usuller – Kudüm Velveleleri, 3. Baskı, Ötüken Yayını, İstanbul 1990

[ii] Türk Musikîsinde Usûl, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, İstanbul 1996

[iii] Türk Mûsıkîsinin Mes´eleleri, Yalçın Tura, Pan Yayını, İstanbul 1988

[iv] Türk Musikisi Nazariyat ve Esasları, Abdülkadir Töre – Ekrem Karadeniz, T. İş Bankası Yayını, İstanbul 1970

[v] Kemal İlerici, Bestecilik Bakımından Türk Müziği ve Armonisi (MEB Yayını, İstanbul 1970) adlı eserinde daha da ileri giderek, Nîmsofyanı (2+2)/8’lik gibi düşünmek gerektiğini söylemektedir. Yani ne revaçtaki gibi 2 vuruşlu, ne Töre – Karadeniz’deki gibi 3 vuruşlu bölünme... Onun söylediği, Şekil 3’teki bölünme şemasına uymaktadır. Elbette kuvvetli – zayıf vuruşlar o şekildeki gibi değildir. O, “Türk düşünce düzeni, sonucu gösteren işi en sona bırakmakta ve onu böylece önemlendirmektedir” diyerek, hemen her usulün tanımında ilk darpların hafif, son darpların kuvvetli olması gerektiğini söylemektedir.

Son Güncelleme: 15.09.2010